2 Kasım 2021 Salı

MERHABA GÜNEŞ

 


 Şehrin gürültüsünden çok uzakta, sanki kocaman bir ormanın içindeymiş gibi sessiz sakin, her zaman gıpta ile baktığım bir evimiz vardı. Çocukken her gün uyanır uyanmaz yemyeşil çimlerin üzerine yatıp, gözlerimi güneşe karşı ne kadar uzun tutabilirim acaba diye oyun oynardım kendi kendime.  Beş saniyeden daha uzun sürmezdi, yenilirdim güneşe. Kendimi bu bahçede, ağaçların arasında çok güvende hissederdim. Her sabah uyanır uyanmaz ağaçlarla çiçeklerle haşır neşir olmak beni çok mutlu ederdi. Öyle ki, zaman insanın kalbini sızlatacak kadar hızlı geçiyor. Bugün 36 yaşındayım. Ailemden bana kalan bu evi ve bahçeyi koruyabilmek için, gözüm gibi baktım yıllarca. 9 yaşında benimle aynı boy olan ağaçların çoğunun dalları şimdi gökyüzüne uzanıyor. Yıllar önce benim oyunlar oynadığım, koşturup terlediğim için annemi kızdırdığım bahçede, bugün kızım koşup oyunlar oynuyor. Bazen bende annem gibi kızıyorum kızıma. Ne de olsa her küçük kız anneliği annesinden öğrenir.

   Yıllar geçmiş, hayatımda pek çok şey değişmiş olsa bile, hala uyanır uyanmaz bahçeye iniyorum. Ama artık güneşle oyun oynamak için değil, yenilgiyi kabul ettim artık. Her sabah güneşi selamlamak için iniyorum bahçeye. Ben günün ilk kahvesini yudumlarken, güneş yavaş yavaş ortalığı aydınlatmaya başlıyor. An be an takip ediyorum, yeryüzü yavaşça aydınlanıyor. Ve ben her gün bu mucizeye şahit olmak için can atıyorum. Gökyüzüne uzanan ağaçların, karanlıktan sıyrılma anı bana dünyanın en büyük mucizesiymiş gibi geliyor. Özellikle 9 yaşımda annem ve babamla birlikte diktiğimiz şeftali ağacından ayıramıyorum gözümü. Bütün şeftaliler yavaş yavaş uyanıyorlar ve birbirimizi seyrediyor gibi oluyoruz. Bundan olsa gerek, uzun yıllardır en sevdiğim meyve hep şeftali olmuştur. Çiçekleri de es geçmiyorum tabii ki. Şöyle derin bir nefes aldığım zaman bütün kokuların ciğerlerime kadar hissediyorum. Bu ağaçların ve çiçeklerin, insan yaşamını ne denli canlı tuttuğuna her zaman şahit olmuşumdur. Zira her sabah güneşin doğuşuyla birlikte yeniden doğduğumu hissediyorum. İnanılır gibi değil ama nefes aldıkça gençleşiyorum ben. Gündüzleri bu kadar huzurlu olduğu gibi geceleri de tarif edemeyeceğim kadar güzel oluyor bu ormanın içi. Nefes alıp verdikçe dolu dolu yaşadığımı hissediyorum. Cırcır böceğinin  harika şarkısının eşliğinde bahçeye inen o hafif rüzgar, vücudumla adeta bir dans halinde. Kafamı kaldırıp gökyüzüne baktığımda yıldızların aslında ne kadar büyülü olduklarını görüyorum. Sanki dünyanın en başarılı ressamının fırçasından çıkmış, en başarılı tablosu gibi. Alamıyorsunuz gözlerinizi ve seyrettikçe yaşamaya- dolu dolu yaşamaya-olan inancınız katlanarak artıyor. Her aldığım nefeste yaşadığımı hissediyorum. Acaba diyorum, ‘’Acaba benden sonra kızım da ben gibi bakacak mı buraya? Yoksa buradan taşınıp, şehrin gürültüsünün orta yerinde ağaçlardan çiçeklerden ve her gece usanmadan şarkısını söyleyen cırcır böceklerinden uzakta mı büyüyecek? Umarım kızım da burada yaşlanır.’’ diye geçiriyorum içimden. 

   Kafamın içinde bu düşünceler adeta bir tilki gibi dolaşıp dururken, güneş yeniden kendini göstermeye başlıyor. Bakın görüyorsunuz değil mi, karanlıkla vedalaşma anını? Gündüzle gecenin birbirine nöbet teslim eder gibi davrandığını görüyorsunuz değil mi? Şeftaliler yavaş yavaş uyanmaya başladı. Yine bir tanesiyle göz göze geldik. Ben artık gitsem iyi olacak. ‘’Merhaba Güneş’’

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder