Şehrin gürültüsünden
çok uzakta, sanki kocaman bir ormanın içindeymiş gibi sessiz sakin, her zaman
gıpta ile baktığım bir evimiz vardı. Çocukken her gün uyanır uyanmaz yemyeşil
çimlerin üzerine yatıp, gözlerimi güneşe karşı ne kadar uzun tutabilirim acaba diye
oyun oynardım kendi kendime. Beş
saniyeden daha uzun sürmezdi, yenilirdim güneşe. Kendimi bu bahçede, ağaçların
arasında çok güvende hissederdim. Her sabah uyanır uyanmaz ağaçlarla çiçeklerle
haşır neşir olmak beni çok mutlu ederdi. Öyle ki, zaman insanın kalbini
sızlatacak kadar hızlı geçiyor. Bugün 36 yaşındayım. Ailemden bana kalan bu evi
ve bahçeyi koruyabilmek için, gözüm gibi baktım yıllarca. 9 yaşında benimle
aynı boy olan ağaçların çoğunun dalları şimdi gökyüzüne uzanıyor. Yıllar önce
benim oyunlar oynadığım, koşturup terlediğim için annemi kızdırdığım bahçede,
bugün kızım koşup oyunlar oynuyor. Bazen bende annem gibi kızıyorum kızıma. Ne
de olsa her küçük kız anneliği annesinden öğrenir.
Yıllar geçmiş, hayatımda pek çok şey değişmiş
olsa bile, hala uyanır uyanmaz bahçeye iniyorum. Ama artık güneşle oyun oynamak
için değil, yenilgiyi kabul ettim artık. Her sabah güneşi selamlamak için
iniyorum bahçeye. Ben günün ilk kahvesini yudumlarken, güneş yavaş yavaş
ortalığı aydınlatmaya başlıyor. An be an takip ediyorum, yeryüzü yavaşça
aydınlanıyor. Ve ben her gün bu mucizeye şahit olmak için can atıyorum.
Gökyüzüne uzanan ağaçların, karanlıktan sıyrılma anı bana dünyanın en büyük
mucizesiymiş gibi geliyor. Özellikle 9 yaşımda annem ve babamla birlikte
diktiğimiz şeftali ağacından ayıramıyorum gözümü. Bütün şeftaliler yavaş yavaş
uyanıyorlar ve birbirimizi seyrediyor gibi oluyoruz. Bundan olsa gerek, uzun
yıllardır en sevdiğim meyve hep şeftali olmuştur. Çiçekleri de es geçmiyorum
tabii ki. Şöyle derin bir nefes aldığım zaman bütün kokuların ciğerlerime kadar
hissediyorum. Bu ağaçların ve çiçeklerin, insan yaşamını ne denli canlı
tuttuğuna her zaman şahit olmuşumdur. Zira her sabah güneşin doğuşuyla birlikte
yeniden doğduğumu hissediyorum. İnanılır gibi değil ama nefes aldıkça
gençleşiyorum ben. Gündüzleri bu kadar huzurlu olduğu gibi geceleri de tarif
edemeyeceğim kadar güzel oluyor bu ormanın içi. Nefes alıp verdikçe dolu dolu
yaşadığımı hissediyorum. Cırcır böceğinin
harika şarkısının eşliğinde bahçeye inen o hafif rüzgar, vücudumla adeta
bir dans halinde. Kafamı kaldırıp gökyüzüne baktığımda yıldızların aslında ne
kadar büyülü olduklarını görüyorum. Sanki dünyanın en başarılı ressamının
fırçasından çıkmış, en başarılı tablosu gibi. Alamıyorsunuz gözlerinizi ve
seyrettikçe yaşamaya- dolu dolu yaşamaya-olan inancınız katlanarak artıyor. Her
aldığım nefeste yaşadığımı hissediyorum. Acaba diyorum, ‘’Acaba benden sonra
kızım da ben gibi bakacak mı buraya? Yoksa buradan taşınıp, şehrin gürültüsünün
orta yerinde ağaçlardan çiçeklerden ve her gece usanmadan şarkısını söyleyen
cırcır böceklerinden uzakta mı büyüyecek? Umarım kızım da burada yaşlanır.’’
diye geçiriyorum içimden.
Kafamın içinde bu
düşünceler adeta bir tilki gibi dolaşıp dururken, güneş yeniden kendini
göstermeye başlıyor. Bakın görüyorsunuz değil mi, karanlıkla vedalaşma anını?
Gündüzle gecenin birbirine nöbet teslim eder gibi davrandığını görüyorsunuz
değil mi? Şeftaliler yavaş yavaş uyanmaya başladı. Yine bir tanesiyle göz göze
geldik. Ben artık gitsem iyi olacak. ‘’Merhaba Güneş’’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder